7 Şubat 1929 Sarayköy Denizli’de doğdu. Ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya geldiğinde ailesi ona Gönül Aysel Gürel adını verdi. Bir abisi ve bir ablası vardı. Çocukluğu Sarayköy’de geçti. Ailesi Çorum’a taşındığında 8 yaşındaydı. Ele avuca sığmayan, aşırı hareketli bir çocuktu. Öyle sıradan çocuk yaramazlıkları olmadığı için adı ‘’Deli Aysel’’ e çıkıverdi. Kulağında dolaşan notalara karşı koyamıyordu. Babası onun hareketli hallerini biraz dizginlemek için ona kuzu aldı. Aysel Gürel kuzuya bayılmış ona Mido adını vermişti. İlk şarkısını çok sevdiği kuzusuna yazmıştı. Kendinin farkında olacak yaşta değildi ailesi de onu sabırla izliyordu. Babası Ali Rıza Bey’in tayini Trabzon’a çıktı. Dört katlı bir Rum konağında devam etti çocukluk dönemi. İçi içine sığmayan halleri ve çocuk neşesi ile günleri geçiyordu. İlerleyen zamanda Trabzon’da yaşanan bir olay Aysel’i bir anda büyütmüş ilerideki kimliği için pusula olmuştu.
Trabzon’da baskıdan bunalan genç kızlar, ay ışığının şahitliğini yaptığı o gece, el ele tutuşup denize girdiler. Sonrası bir anafor… Ertesi gün cansız bedenleri musalla taşına yan yana dizildi. Aysel o gün tüm algılarını açtı onları anlamak için. Çok modern bir ailede büyüyordu ama mahalle baskısının kadınlar üzerindeki baskısını da algılamaya başlamıştı o olaydan sonra. Yıllar sonra o günleri şöyle anlattı: ‘’Muazzam bir kütüphanede emeklemeye başladım, ancak kitaplarda anlatılan şeylerle mahallede anlatılanların birbirine benzemediğini gördüm. Ünzile odur işte. Köyün son çitine gitmeye korkar, çünkü dünyanın orada bittiğine inanır’’.
Tüm gördükleri, aklına kalbine sığdıramadıklarıyla aslında deli olmamıştı. Deli olmayı seçmişti. Nasıl deli olmaya karar verdiğini şöyle anlattı: ‘’33 bin nüfuslu bir vilayette büyüdük. Bulunduğum yerde kocakarı kültürü vardı. Yeni yetişen kızlar erkekler hakkında türlü hikayeler uydurulurdu. Misal fotoğrafçının kızı hastaneye kaldırılır apandisti alınır. Kocakarı kültürü destan yazar: ‘’ Kız hamile kalmış, aldırmış. Ben çok okuduğum için bundan nasıl kurtulurum diye düşündüm. Deli rolü yaparsam kurtulurum dedim’’.
Liseye kadar Karadeniz’de okula gitti Liseye geldiğinde İstanbul Erenköy Kız Lisesi’ne kaydoldu. Şiir yazmaya devam etti. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü mezunudur. Şarkı sözleri, şiirler yazmanın yanı sıra Edebiyat öğretmenliği de yaptı. Yetenekleri doğrultusunda hareket eden Aysel Gürel tiyatro oyunculuğu da yaptı.
Yüzmeyi çok seven Aysel yasak olan bölgelere korkusuzca giderdi 8 kez boğulma tehlikesi geçirdi. Suni teneffüslerle hayata döndürüldü her seferinde. Karadeniz’de lamboz denilen anaforlarda çok arkadaşını kaybetti Aysel, yazdığı birçok şarkısında geçen ‘’vurgun’’ sözcüğünün içini bugünlerin anısı dolduruyordu.
Bir tiyatro oyununda sahnedeydi Gazeteci Vedat Akın ile karşılaştığında birbirlerinden çok etkilenmişlerdi. Öyle ki evlenme teklifini Aysel Gürel yaptı. Bugünün psikolojisi ile o günleri şöyle dile getirecekti: ‘’ Sanırım yaşıtlarımın evlenip çocuk sahibi olmasından etkilenerek, üreme vaktimin geldiğini düşünmüştüm’’. Çiftin bu evlilikten Müjde ve Mehtap adını verdikleri iki kızı oldu. Mehtap Ar sinema ve tiyatro, Müjde Ar sinema oyuncusu olarak ünlenecekti.
Aysel Gürel ikinci kızına hamileyken eşi tarafından aldatıldığını öğrendi ama ne öğrenmek! Türk filmi sahnesi gibi ama gerçek. Müjde Ar’ın hastalandığı bir gece koşarak gazeteye eşinin yanına gitmiş ama Vedat Bey çoktan çıkmış işyerinden, dönüş yolunda yürürken eşini görmüş elinde fileler ile… Başlamış takibe, evlerinin iki sokak altında bir kapıyı çalmış adam, kucağında bir çocuk ile bir kadın karşılamış adamı… Meğer evlendiklerinden beri iki evi birden idare etmiş Vedat Bey…
Bu büyük ihanetin üzerine hiç düşünmeden boşandı Aysel Gürel.
Küçük bir eve taşındılar, parasızlık gün gibi ortadaydı çok çalışmalıydı. Evin içinde 3 kız kardeş oldular erkeklerden uzak durup yıllarca birbirlerine kenetlenerek yaşadılar. Aysel kızlarına yeri geliyor yedirecek bir lokma bulamıyordu ama eğitimlerinden vazgeçmiyordu. Karınlarını doyurmanın bir yolu bulunurdu. Akşam yemeği vakti komşularına bir misafircilik oynayıverirlerdi ama eğitim eksik kalmamalıydı.
Mehtap Ar üçünün başrolde olduğu bu oyunu şöyle anlattı: ‘’Yemek zamanı misafirliğe gitmek! Komşularımız ‘’buyurun sofraya’’ dedikleri zaman, ‘’Biz tokuz’’ derdi annem. Tabaklara bakardık melül melül. Annem sıkı sıkı tembihlerdi hemen masaya koşmayalım diye. Üçüncü tekliften sonra ‘’Madem ısrar ediyorsunuz’’ dediği zaman gözlerinden ‘’Fırlayın!’’ mesajını alırdık. Her açıdan zor zamanlardı. Çok çalışıyordu Aysel dublaj, tiyatro, film ayırt etmeden koşuyordu. Sonradan pişman olacağı zamanları oldu. Öyle ki Mehtap ve Müjdenin terbiyesini dayakla vermeye çalışmıştı. ‘’Ben uyurdum, tek göz odada üstümden basarak geçerlerdi, kalkardım döverdim tekrar bayılır uyurdum. İşkence filmi gibi bir yaşamdı’’ diye anlattığı pişmanlık zamanları… Bir yandan da vicdanıyla savaşan Aysel gece işten eve döndüğünde uykuda olan kızlarının yastıklarının altına birer gofret bırakmayı hiç ihmal etmedi. Turnelerde kızlarını çok özleyen Aysel Gürel ‘’Güllerim Soldu’’ şarkısını kızlarına yazmıştır. Parasızlıktan, evdeki battaniyeleri kesip biçip iki kızına bayramlık kıyafet dikmiş, yine de kimseye boyun eğmemiş bir kadın…
Aysel Gürel zengin bir ailede büyümüştü. Kendi deyimiyle ‘’Zengin bir ailenin el bebek gül bebek şımarık piçi’’ olarak büyümüştü. Bu yönünü yokluk zamanlarında dahi yitirmedi. Aç oldukları zamanlarda bile evlerinde kuyruklu piyano olması onun için önemliydi. Müjde Ar o günleri anarken: ‘’ Biz çocukken babadan kalma Rum evleri varmış onları satıp yerdi. Ev satıldığında kuyruklu piyano alırdı ama evde kimse piyano çalmayı bilmezdi. Sonra para bitince açlık başlardı. Bir defasında çok parasız kaldık, su saatine giden kurşun boruları sattı’’.
İki kız kardeşin psikolojik olarak aldıkları yaralar ağırdı. Aysel Gürel davranışlarında rutin tutturamıyordu.
70’ler 80’ler Türk Popunun yükselişte olduğu zamanlardı. Henüz kimse Aysel Gürel’in nasıl bir yetenek olduğunun farkında değildi. Şiirleri bestelenmeye başlamıştı.
Deli Balım, Yörük Yaylası büyük ses getirmişti. Ateş Böceği ise yıllarca dillerden düşmeyecekti. 80’ler Aysel Gürel’in en deli zamanlarıydı. Türk Pop müziğinin rengi olmuştu. 20 binden fazla yazdı. Duygu dolu sözleri yazan bu kadın Aşk’a inanmıyordu. Ona göre insan bir patatese bile aşık olabilirdi. Özellikle kadınlar ve kadının cinselliği konusunda konuşmaktan asla çekinmedi. Bir insanın diğer bir insanın vücuduna sahip olmasını ‘’Naziler’ in Polonya’ya girmesi’’ olarak tanımlıyordu ve bu kesinlikle haksızlıktı. Ona göre aşk, öğretilmiş çok güzel yalandan başka bir şey değildi… Firuze şarkısını kızı Müjde Ar için yazmıştı. Ünzile ve Kardelen’i Anadolu’nun küçük bir köyünde tanıdığı kız çocukları için yazmıştı bir de kendi çocukluğunda şahit oldukları vardı tabi…
40 yaşını geçtikten sonra kıyafet devrimine geçti. Saçlarını mora kaşlarını kırmızıya boyadı. Ertem Eğilmez, kızlarını annelerini bir ruh doktoruna götürmeleri konusunda uyardı. Ancak doktorun koyduğu teşhis daha deliceydi: ‘’Anneniz bir deha!’’
Kendini tanımlaması ise mükemmeldi: ‘’ Ben birey değilim. Ben kalabalık bir nesneyim. Tek başıma radyoyum, televizyonum, konserim, orkestrayım, her şeyim. Türkiye’nin ilk anarşist kızıyım ben. İlk çiçek kızıyım. İlk hippisiyim. Ben Amazon kadınıyım. Türkiye’de kadının bilinçaltıyım’’.
Peruklarının kostümlerinin topluma laf dinletme yöntemi olduğunu söyledi. ‘’Döpiyesli entel gözlüklü olsaydım insanların içinde kaynar giderdim. Bu şekilde topluma lafımı dinlettim, şarkılarım insanlara ulaştı’’ dedi.
Çok hassas bir yapısı vardı, bir gariban çöpleri karıştırırken elleri kanamasın diye tıraş bıçaklarını gazete kağıtlarına sarıp çöpe atardı. Bir de korkunun insanı cüceleştireceğine inanırdı. Kızlarınıda hep bu öğütlerle büyüttü.
Hayatın tüm olumsuzluklarına karşı dik duran Aysel Gürel’i pis bir hastalık yakaladı. Akciğer kanseri. Kendisi gerçeği tahmin etse de doktorlardan hastalığının ne olduğunu duymak istemedi. Hastaneye yatırılınca doktoruna: ‘’O kötü hastalıksa bana hiç söylemeyin, kendime bunu yakıştıramam demiştir’’. Teşhisinin üzerinden 2 ay geçmemişken 2008 yılında hayata gözlerini kapattı.
Vasiyetini kızı Mehtap Ar şöyle açıkladı: ‘’Annemin vasiyeti şuydu: Tüm kadınlara söyle; bilsinler ki ben 80 yaşına kadar çalıştım ve dimdik ayaktayım. Çalışmak ve ayakta kalmak güç; ama ben başardım. Tüm kadınlar da başarabilir’’.
Öldükten sonra evini kiralayan kişi sayesinde ortaya çıkan şarkı sözleri gerçek sanatçılarının ölümsüz olduklarını kanıtlar türdendi. Tarkan’dan dinlediğimiz ‘Sevdanın Son Vuruşu’’ ile bir kez daha ruhumuza dokundu.
Renkli perukları, cesur kostümleri, ilginç makyajları ile biz kadınlara çok mesajlar verdi. Özgürlüğü farklı yöntemlerle anlattı. Şarkı sözlerinin dışında kadının güçlü bir varlık olduğunu her fırsatta belirtti. Kadının renklerine, kahkahasına, gerçekliğine en güzel örneklerden biridir Aysel Gürel. O derin duygu dolu sözler elbette ferah rahatlık içinde geçen bir yaşamın içinden çıkamazdı. Zorlukları, hayatın diplerini, derinleri, dalgaları, aşkı ,vurgunları, çılgınlıkları, ihaneti yaşamış bir kadın… Şarkılarında da hepsini hissettirdi zaten.
İyi ki pes etmedin, iyi ki yazdın, iyi ki renklerini cesurca sergiledin be Aysel…
İyi ki!