Bazı hisler vardır, birine dışarıdan bakınca yaradılışı öyle deriz genelde…
Küçük bir çocuk düşünün sıcak huzurlu bir aile de büyüyor aynı zamanda aile kurallı ve otoriter fakat çocuklarını çok seviyorlar aile sıcaklığını güven hissini daima hissediyor ama yarım olan bir şeyler sürekli içinde beynini kemiriyor.
Çocuk bazı kurallarla o kadar bastırılıyor ki özgürlüğün ne olduğunu çok geç yaşlarda fark edebiliyor, kim bu kuralları belirleyen diye her isyan edişinde ona cevap verebilen kimseyi bulamıyor karşısında.
Bir gün baba aniden hastalanıyor küçük çocuğun hiç anlamadığı kelimeler dönüyor evin içinde, kötü bir şeyler oluyor galiba diyerek sessizliğe bürünüyor çok üzülüyor, evin büyük çocuğu belirli bir süre kalması için iki seçenek sunuyor ona ama o daha bir gün bile annesinden ayrı kalmayı beceremiyorken nasıl başka bir evde kalacağını hayal edemeden birini seçiyor ve aynı apartmandaki akrabalarının evinde günlerce ailesinden ayrı yaşamak zorunda kalıyor, ailesinin hastanede olduğu döneme 6. Yaş doğum günü denk geliyor… Akrabaları tarafından harika bir doğum günü sofrası hazırlanıyor ve bir sürü parlak paketli hediyeler etraf kalabalık herkes çocuğu mutlu etmek için el pençe ama çocuk o kadar eksik ki yine de gülüyor eğleniyor hediyelerine mutlu oluyor..
Ailenin hastaneden çıkacağı zaman belli olmadığı için yoğun bakımdan normal odaya geçtiklerinde çocuklarını hastaneye getirmelerini istiyorlar, bir heves ve heyecanla gidiyor çocuk aklıyla orayı burayı kurcalıyor hasta yatağının ayarlarıyla oynuyor mutluluktan odanın içinde ne yapacağını bilemiyor sonra eve dönme vakti geliyor hiç sorunsuz vedalaşıyor ailesiyle el sallayarak ayrılıyor ta ki taksiye binene kadar….
Takside geçirdiği ve saatlerce süren ağlama krizini hala hatırlıyor.
Günler süren aile özlemi sonunda
ailesinin evine döneceğini öğrenen çocuk bir kulağı kapıda sürekli bekliyor, işte geldiler! Ayakları çıplak ayakkabı terlik hiçbir şey giymeyi düşünemeden merdivenlerden hızla inip ailesine evine kavuşuyor…. Aile için zorlu ama onun çocuk ruhu ve aklı için ferah bir döneme giriliyor…
Fırtına dönemi bittiğinde eskisi kadar rahat olmayan ama yine de kendi yağlarında kavrulan hale gelebiliyorlar bu seferde evin büyük çocuğu isyan bayrağını çekiyor ve okulunu liseyi bir yıl askıya alıyor gitmiyor.
Müzik merakına, kendi kendine çalmayı öğrendiği gitarına ayıracağı daha çok vakti kalıyor ve evde sürekli bir gitar sesi yankılanıyor… Abi gitar çalmayı da piyano çalmayı da kod yazmayı da kendi öğreniyor, bir tek insanlara hayır demeyi öğrenemiyor bu da çoğunlukla sıkıntıya sokuyor onu, belki de bundan sebeptir ki evin küçük çocuğu sakin yapısına rağmen her şeye önce hayır diyen biri oluyor.
Her çocuk gibi oda meraklı kurcalamak istiyor gitarı ama sıkı tembihli olduğu için sadece abisi yanındayken elleyebiliyor hatta çalmayı öğretmek için defalarca deniyor abi fakat küçük çocuğun bir enstrüman çalabilme yeteneği olmadığı için sonuç hep hüsran oluyor, oda şarkılar söylemesini istiyor, çocuk karga sesiyle şarkılar söylüyor abi hiç bozuntuya vermeden söylediği şarkının müziğini çalmaya devam ediyor…. Dayısının bahçesinde çıplak ayak koşturduktan sonra her seferinde çocuğun ayağına batan dikenleri büyüteçle bakıp tek tek bıkmadan temizleyen abisi, karga sesine de elbette katlanıyor ve ona hep şarkılar söyletiyor…
Bir gün iğne iplik merakı başına açıyor çocuğun hiç farkına varmadan iğneyi yere düşürüyor halıya dik olarak saplanmış iğneye de abisi basıyor o anı hiç unutmuyor çocuk çünkü çok canı acıyor abinin, operasyonla çıkarılıyor eve dönüyorlar, evde bekleyen küçük çocuk çok tedirgin kendisine çok kızılacağını düşünüyor. Sandığının aksine abisi evdekileri kızmamaları konusunda uyarıyor ve son derece endişeli olan küçük çocuğu öpüp “iyiyim geçti” diyor.
Abi askıya aldığı liseyi bitiriyor, üniversiteye hazırlanmak için anneanneye taşınıyor sonra İstanbul üniversitesinde 2 senelik bir bölüm kazanıyor başlıyor ama bitirmiyor çünkü istekleri başka ruhu başka yerlerde olmak istiyor ve ilk kendince uzun süreli olan evden uzaklaşmasını gerçekleştirip Antalya’da bir bar da gitar çalıp para kazanmaya gidiyor. 3 ay sonra koşa koşa dönüyor herkesi çok özlemiş halde, bu uzaklık tecrübesi 19 yaş için ona fazlasıyla yetmiş oluyor. “O yaşta askere gidiliyor” dediğinizi duyar gibi oldum ama abi askere çok sonra gidiyor çünkü standart hiçbir şeye uymak istemiyor, 80’ler 90’ların tutuculuğuna uymayan ne varsa yapıyor saçlarını uzatıyor, kulağını deldiriyor, gitar çaldığı için tırnaklarını uzatıyor, ajansa kayıt olup mankenlik denemesi yapıyor, dışarıda elinde sigara ile çok ses çıkartan kovboy çizmeleriyle geziyor ve kimseyi umursamayan tavrıyla yaşamaya devam ediyor büyüdüğü mahallede.. Kulaklarına gelen dedikoduları umursamayan aile “gençlik dönemi normaldir biz evladımıza güveniyoruz” diyerek saçlarını toplaması için oğluna toka alıyor, cebine hep sigara parası bırakıyor.
Küçük çocuk okul ve ödevler dışında babasının izin günlerinde Gülhane parkına, müzelere, Sultanahmet köftecisine ve net hatırlayamadığı bir çok yere gidiyor ve sık sık babasından şunu duyuyor “çişin sürekli gelmese ben seni daha çok gezdireceğim” :)))) çünkü o dönemler yani 90’lar ayıp ve utanma duygusu çok baskın bir erkeğin kadın tuvaletine girip çocuğuna tuvaletini yaptırması şimdi ki günümüz kadar kolay olmuyor t. Yani küçük çocuk sık çiş yapmasaydı kim bilir daha nereleri gezecekti babasıyla:)
Unutamadığı bayramlar herkesin hayatta olduğu babaannesinin asla tarif veremeyip yaptığı leziz kurabiyeler, anneannesinin muhteşem sofralarıyla geçen bayram ve çocukluk günleri oluyor, “ şanslıyım” diyor tekrar o günlere gidince…
İlk sinema deneyimi ve sonrasındakiler, kafede içilen ilk elma çayı, giysi alışverişlerinin ve gezmelerin çoğu abiyle oluyor. Babanın iş yükü ağır çalışma saatleri hep çok fazla, ertesi günün gazetesinin kontrolü yapılıyor eve gece yarısı geliyor anne hariç herkes uykuda oluyor.. Haftada bir gün izin yapabiliyor bazen onu da yapamıyor geçirdiği hastalığa rağmen hiç hasta olmamış gibi çalışıyor bu süreçte de küçük çocuk anne ile daha çok vakit geçiriyor, abi ise kendini bulma yolunda bir yandan özgür ruhunu doyuruyor bir yandan da çalışması gerektiğini düşünüyor..
Küçük çocuk abisinin tam zıttı ailenin tüm kurallarına itaat eden bir çocukluk ve ergenlik dönemi geçiriyor belki de çok küçük yaşta babasının hastalık dönemini yaşaması ona “ailemi üzecek bir şey yapmamalıyım olgun davranmalıyım” hissini veriyor ya da onun üzerine böyle bir elbise biçiliyor.
Evin büyük çocuğu 20’lerin ortalarına gelmeden evden ayrılıyor kendi ayakları üzerinde durarak ayrı evde yaşamaya başlıyor.
Yine bir gün her şey “dejavu” oluyor baba yeniden hastalanıyor bu sefer küçük çocuk lise döneminde ve zor bir sene olan lise 2 de, ne tesadüftür ki abisi de lisedeydi baba ilk hastalığında..
Hipertansiyon bu sefer daha sert bir darbe bırakıyor beyinciğe kaçan pıhtı konuşmayı yürümeyi dengeyi bozuyor bir daha tam olarak eski sağlığına kavuşamayacağını öğrenemeden pat diye kolon kanseri çıkıyor ortaya darbe üstüne darbe ev gergin sessiz herkes son derece üzgün ameliyat riskli ama olması şart ikinci kez pamuk ipliğine bağlanan hayat ile baba ameliyata giriyor 7 saatlik bekleyiş ömür gibi bekliyor aileye ama derin nefes aldıran haberle ameliyattan çıkıyor, her şey yolunda kanser yayılmamış.
Uzun sürecek olan bir iyileşme süreci ve bu arada hiç rahat vermeyen “iskemik” hastalığının atakları, davranış bozuklukları sürekli dengelenmesi gereken ilaç dozları sık doktor kontrolleri, beklenenden iyi bir iyileşme süreci hemşire kadar bilgiye ve peygamber sabrına sahip olmuş bir anne.
Küçük çocuk o yılın sonunda takdir belgesi getiriyor baba sevinçten uçuyor “aslan kızım” diyor. Okulda o yıl çok zorlanmasına rağmen bırakmayı isyanı aklından geçirmiyor çünkü üzerine biçilen elbise bunu gerektiriyor.
Lise bitiyor üniversiteye geliyor sıra, istemiyorum gitmek çalışmak istiyorum diye itiraz etmeye başlıyor belki de bu net hatırladığı, ailesine olan ilk itirazı ama baba üzülüyor “abin de bitirmedi zaten ben fakülte bitirdim çocuklarımdan göremeyecek miyim” diyor anne bir yandan ısrarcı “okumalısın” diyor çocuk istemiyor ta ki abisi telefonla arayana kadar, “gitmen lazım o okula pişmanlık duyacaksın sonra” diyerek uzunca bir konuşma yapıyor. İtirazsız tamam diyor çocuk ve kayıt olmak için gidiyor.. Üniversite döneminde abisinin evinde kalıyor orada kendini daha özgür hissediyor bir sürü anı ekleniyor hafızasına, kalbine.. Kep törenine anneannesi dahil bütün aile geliyor herkes gururlu mutlu babanın gözleri hep dolu, çocuk da ailesini mutlu ettiği için son derece mutlu, bir “aslan kızım”ı daha kapıyor babadan. Abi bozulan işleri sebebiyle yeniden anneanneye yerleşiyor tıpkı 17 yaşındayken yaptığı gibi ama bu sefer yanında promosyonuyla kardeşiyle geliyor iki yıla yakın da orada birlikte yaşıyorlar iyi ki dedirten neredeyse iyi ki işleri bozulmuş dedirten yaşanmışlıklarla dolu çocuğun kalbine işlenen anılarla…
Abi hazır işsizken mecburi bir askere gitme kararı alıyor ve evin küçük çocuğu da ailesinin evine dönüp iş hayatı macerasına başlıyor…
Baba artık çalışamadığı için askerde ki abiye evin küçük çocuğu bakıyor gelmesi için de gün sayıyor ilk en uzun ayrılıkları….
Abi askerden döndükten sonra anneannesinin evinde bir müddet daha yaşamaya ve istediği gibi bir iş aramaya başlıyor bir müddet sonra yeniden kendi düzenini kurup yaşamaya devam ediyor yıllar geçiyor babanın arada sağlık sorunları gündeme geliyor sonra rutine geçiyor bu arada evin küçük çocuğu tam 30 yaşına geliyor. 30 yaşın onun için bir dönüm noktası olacağını hiç düşünmeden büyük bir mutlulukla yeni yaşına merhaba diyor…
Çocuk en tepede berrak sonsuz huzurlu bir manzara izlerken
bir gece yarısı gelen telefonla dünya durmuş, ruhu tepeden aşağı hızla çakılmış, idolü arkasındaki gücü gitmiş! öyle aniden, hayat ile inatlaşmadan gitmiş. Daha yaşanacak bir sürü şey dururken o durmamış, merhametli kalbi fazla yorulmuş gitmemek için direnmemiş resmen koşarak hep bu anı beklercesine gitmiş, birbirlerinin en yaşlı hallerini göremeden huysuz abi kardeş olamadan öylece……..
Fakat iyi ki tüm istediklerini yapmış, hızlı yaşamış, batmış çıkmış, iyi ki mal mülk edinmek için çabalamamış, anları yaşamış, deli dolu ne varsa yapmış, merhametini hiç kaybetmemiş, zarar verene bile zarar vermemiş iyi ki! 42. yaşına 11 gün kala gideceğini biliyormuş gibi yaşamış! Küçük çocuğa hayat hiç altın kaşıklar sunmasa da yine de istediklerini çoğunlukla vermiş ya da o zorlayarak elde etmiş ama bu sefer almış hem de en kıymetlisini resmen hayatın 30 yaş kazığı! Nasıl nefes alınır nasıl ayakta durulur hafızası sıfırlanmış gibi boşluğa bakakalmış. Çocukluğundan beri içinde ki o anlam veremediği yarımlık hissi en derinine kazınmış, abisinin çaldığı müziklerle şarkılar söyleyen o küçük çocuk aynı eve girip anne babasına oğullarının gittiğini söyleyecekmiş aklını yitirmesi için ikinci adım da bu olmuş zaten.
Sonrası çok karanlık, görüntüler sesler kulağına gelen yönlendirilme komutları yine sesler öfke nöbetleri ve sonuç sıkı bir psikoterapi. Yılların uslu sakin çocuğunun içinden bir canavar çıkmış, üzerine biçilen o meşhur elbiseyi kendini kanatarak üzerinden söken, öfke saçan, hırçın, tahammülsüz ve hatta tevekkülsüz. Aylar geçtikçe ruhu mengeneye konmuş gibi daha da sıkışmaya devam etmiş.
İnsan birden kesilen kolunun yokluğuna nasıl alışabilir? Kardeşi üzülecek diye ödü koparken nasıl yalnız bırakır……
Kendisiyle çatışarak geçen üç yıl, dışarıdan bakınca hayata karışmış gibi görünüyor ama ruhu asla bunu beceremiyor. Her gün özlüyor her gün ihtiyaç duyuyor. Biraz daha aklı başında düşünebildiğinde kendini oyalamanın kendine bir şeyler katmanın yollarını arıyor biraz araştırıyor algısını başka yönlere çeken bir şeyler çıkıyor önüne bakmadığı pencerelerden bakmasını sağlayan orada değişim başlıyor işte…
Tevekkülsüzlüğü bırakıp iç huzurunu yeniden bulmaya çalışarak başlıyor değişime, bu sefer acısı bile güzel gelmeye başlıyor acısına bile laf ettirmek istemiyor çünkü çok kıymetli. Allaha isyan etmek, neden bu kadar erken aldın demek yerine teslim olmayı seçiyor çünkü en değerlisi onun yanında “ordalar birlikteler ve bana çok yakınlar” diyor kendi kendine.
Abisi zaten rüyalarında, kokusunu bile duyuyor uyanıkken, ziyaretlerinde güneş ile karşılıyor onu hep “daha n’olsun daha nasıl hissettirsin bir ruh varlığını, binlerce şükür “ diyor..
Çocuğun ruhu çoktan değişmiş zaten ama o geç fark ediyor.
Bir gece abisinden hatıra kalan dede yadigarı daktiloya dokunabilecek cesarete erişiyor ve yazmalıyım diyor ben artık hikayeler yazmalıyım; “acıyı, hüznü, mutlu anları, hayal kırıklıklarını, insanların içinde bir yer de kalan eksik parçalarını, travmalarını, üzerini örtmeye çalıştığı duygularını hayata dair her şeyi herkesten bir parça alarak yazmalıyım, okuyan herkes bir yerlerde benzer duygularla başa çıkmaya çalışan başka birileri olduğunu bilmeli” diyor.
Yarım kalışının 4. Yılında acıdan öğrendikleri kendi ile olan hesaplaşmaları, eksik yanlarının kabulü, korkusuzluğu öğrenmiş hali, sahip olmak ait olmak diye bir şeyin olmadığını her şeyin aslında emanet olduğunu anlaması, herkesin özünde yalnız olduğunu fark etmesi, yeni bulduğu kendi ile hep açıkta duracak olan yarasına dokunmamayı öğrenerek ve ruhunu kafesten çıkartarak, biraz gökyüzüne biraz da abisinin daktilosunun arasına bıraktığı boş kağıda bakarak önce kendi yarım hikayesini yazmaya başlıyor.