Ne yaşanırsa yaşansın sofrayı kusursuz kurmaya programlı gibiydi…
Üzerine biçilen elbiseye hiç itiraz etmemiş topluma hep uymuştu.
Oturduğu mahallenin sakinlerinden bakkalına kadar, yıldızlı pekiyi tadında övgüler alıyordu sürekli.
Giyimi, yaşam biçimi, itaatkarlığı, işten eve hep vaktinde gelişleri, titizliği, her gelene kurduğu kusursuz sofraları ile örnek gösteriliyordu…
Aşkı bile kurallara uygun olsun istiyordu çok uzamadan evliliğe gitmeliydi, onun dünyasında aşkta böyleydi…
Fazlasıyla da seçiciydi bu sebepten emekli olmasına az kalmasına rağmen gönlüne göre birini bulamamıştı veya bulmak için vakit ayırmamıştı.
Arkadaşlık kavramı pek yoktu varsa yoksa evi ve ailesi, dünyası o kadar küçüktü ki farklı olan her şey ona ürkütücü geliyordu…
25 yaşından beri baktığı hasta annesi hep önceliği olmuştu, kusursuz şekilde bakmak adına kendini hep yok sayıyordu üstelik farkında bile değildi bu durumun. İşyerinde ne kadar yorulursa yorulsun annesini bebek gibi yıkamadan asla gece uykusuna yatırmıyordu…
Yemekleri geceden pişirip, babasının kolay ısıtabileceği şekilde ayarlayıp dolaba diziyor ve gecenin bir vakti uyumak için yatağına gidiyordu bu şekilde geçen senelerde kendi için bir şey yapmayı aklına dahi getirmiyordu.
Bir akşam mesai bitip işten çıkacağı sırada çalışma arkadaşlarından biri yanına gelip dışarıda yemek yemeği teklif etti, şaşırdı o an çünkü 20 yaşından beri çalışıyor ve hep işten çıkıp direkt evine gidiyordu…
-Önce bir evdekileri aramalıyım her şey yolundaysa bir yemek yer dönerim eve, dedi…
Babası ile konuştuğunda, sorun yok gecikme demişti sadece.
Elbette gecikmeyecekti gecikirse akşam yapacağı görevleri kim yapacaktı, bir kerelik annesini yıkayamaz ertesi günün yemeklerini yapamazsa kıyametin kopacağına inandırmıştı kendini.
İş arkadaşıyla yemek sırasında pek konuşmadı bir an evvel bitirip eve geçmek vardı aklında.
Kurulu bir robot gibi olduğunu fark ettirecek bir şeyler olmalıydı artık böyle bir ömür sonlanamazdı.
Eve dönerken telaşlıydı geç kaldığını düşünüyordu sürekli hâlbuki normalden 1,5 saat farkla girdi eve ama o bunu gözünde çok büyütmüştü.
Annesinin uyku vakti kaçmasın diye hemen dinlenmeden yıkadı giydirdi öptü sevdi yatırdı, hızlıca mutfağa koştu bulaşıkları toparladı yemekleri yaptı evi topladı sanki biraz gecikince evdeki her şey birbirine girmişti o öyle görüyordu kontrolü kaybettiğini hissediyordu.
Ertesi gün, sonraki gün ve diğer günler,
Ömrünü törpüleyerek tükettiğini anlayamadığı günler, yıllar su gibi akıyordu…
Bir sabah işe gittikten kısa bir süre sonra babası aradı telaşlandı çünkü sabah sabah aramazdı huyu değildi, telefonu açtığında aldığı haber çok acıydı hatta hayatındaki ilk acısı. Anneciğini sabah öpüp bıraktığı yerde sessizce aralarından ayrılmıştı… Evet çok yaşlıydı evet senelerdir sadece yatıyordu, konuşamıyordu ama işte…
İşten eve dönerken elini kolunu nereye koyacağını bilemiyor kendini çıplak kalmış gibi hissediyordu, hani çok soğuk kış gecelerinde üşüme hissi ile birlikte gelen ağlama hissi vardır ya öyle bir his kaplamıştı bedenini…
Cenaze merasimi her şey ayrıntısına kadar yerine getirilmişti eve büyük bir kalabalıkla dönmüşlerdi komşular, akrabalar…
Sofra kurması gerekiyordu, belki de hayatının en acı sofrası bu olacaktı yine de tüm kusursuzluğu ile sofrayı hazırladı, ilk kez insanların masanın etrafında iştahla yemek yemeleri midesini bulandırmıştı.
Kendisi su dahi içemeyecek kadar üzgünken babası dahil tüm gelenler hem yiyor hem sohbet ediyorlardı…
Bir an boş bulunup saate baktı telaşla, annesini yıkacağı saat yaklaşmıştı hemen odasına gitti olmadığını görünce kendini yatağa atıp haykırarak ağlamaya başladı ne haberi aldığında ne cenazede ağlayamamıştı…
Günlerce annesinin yatağında yattı ve günlerce yıkanamadı.
Düşünmek için artık çok daha fazla vakti vardı kendine vakit ayırmak için de ama sorun şu ki kendine nasıl vakit ayıracağını öğrenmemişti.
50 yaşında ve geçmişe gittiğinde heyecan duyacağı tek bir şey yok geleceğe yolculuk yaptığında önüne hiç bilmediği yollar çıkıyor kalkışamıyordu bile.
Evlensem babam tek başına kalamaz diye düşünüp hemen aklından attı bu seçeneği.
O sene ki tatilini kendi yazlıkları yerine Ege de başka bir yerde yaparak kendi devrimini gerçekleştirmişti, bu yaptığı değişiklik ona dünyayı yeniden keşfetmek gibi gelmişti.
Bol müzik dinlemiş, amaçsızca zaman kaygısı olmadan yürümüş ve çok düşünmüştü kendin de bilmediği huylar keşfediyor kendini tanımaya ellisin de başlıyordu bu hem trajik hem de komik geliyordu ona…
Görevlerini aksatmadan yapmaya devam ediyordu akşamdan yemekler ev düzeni nizami dolap içleri… Tek fark artık bunları tüm gününü öldürmeden hızlandırılmış şekilde yapıp kendine vakit ayırmak için çaba göstermesiydi kendine vakit derken evinin balkonunda kahve içmekten bahsediyorum… Kulağına kulaklığını takıp kahve içmek en büyük tutkusu olmuştu bir insan senelerce buna vakit ayırmayı düşünemeyecek kadar nasıl sabit yaşayabilirdi bu kadar mı kitlenmişti beyini düşündükçe inanamıyordu kendine.
Ayna karşısında vakit geçirip biraz makyaj yapmakta iyi gelmişti senelerdir giydiği aynı giysilerin yerine birkaç parça yeni giysi almak harika hissettirmişti.
Anneciğini rüyalarında çok mutlu görüyor, sanırım kendime bakmam çok hoşuna gidiyor diye düşünüp daha da kendine odaklanıyordu…
60 yaşına geldiğin de emekli ve baba evinde artık tek başına yaşayan ama kendini biraz olsun keşfetmiş bir kadın olarak yaşamını sürdürmeye devam ediyordu.
Evlenecekti ama babası için ertelemişti daha da ertelerse, ilk valsini sırat köprüsünde yapacaktı.
Biraz hayallere dalarak uyuduğu gecenin sabahına şiddetli bir karın ağrısı ile uyandı ne olduğunu anlayamadan birden kanama başladı telaşla giyinip taksiye bindiği gibi hemen annesinin kadın doktoruna gitti şansa az kişi vardı çok beklemeden muayene sırası geldi.
Yapılan tetkikler taramalar sonucu son evre rahim kanseri olduğunu öğrendi bundan on yıl evvel bunu öğrenmiş olsaydı zaten bir gün öleceğiz diye düşünebilirdi ama artık yaşamın tadını tam aldığı sırada hastalıkla boğuşacak olmak, gerçekten yıkmıştı onu…
Tedaviyi reddetti doktorun haftalarca süren ısrarına rağmen asla kabul etmedi tedaviyi, hayatındaki ilk isyanı kendi hayatına olmuştu.
Ege de ilk kez kendi başına gittiği yere yeniden gitti ölümü orada beklemek istedi her gün kendini mutlu edecek bir şey bularak yeni arkadaşlıklar kurarak hastalığından hiç bahsetmeden birkaç ay geçirmekten başka isteği yoktu istediği gibi olmuştu her şey tam gönlüne göre.
Sona doğru yaklaştığını hissettiği bir gece bir sayfalık bir mektup yazdı ve otelin sahibine teslim etti.
Kendisine bir şey olursa bu mektubu tanıdığı tüm kadınlara okutması için söz almıştı otel sahibinden.
Bir hafta içinde vefat etmişti. Otel sahibi şaşkındı kimse hasta olduğunu bilmiyordu bu yüzden ani sandıkları ölümü herkesi şaşırtmıştı, aklına ona teslim ettiği mektup geldi hemen açtı okumak için, mektup şöyle başlıyordu;
Canım Kadın, ben çok geç kaldım her şey için çok geç kaldım, yaşamak kendini sevmek nasıl olur ben tam olarak bilemedim ama bu mektubu okuyan sen hiç vakit kaybetmeden hayallerine koş arkana bile bakmadan koş, en çok kendini sev, en güzel sofraları kendin için de kur, âşık ol sonu gelir gelmez dert etmeden yaşa gitsin ve korktuğunda sadece kendine sığın, daima kendine inan ve güven……….
Otel sahibi gözyaşları içinde mektubu okumuş bitirmiş ve hemen yüzlerce sayfa fotokopi ile çoğaltıp tam da söz verdiği gibi tanıdığı herkese dağıtmıştı.
Yaşarken kendine doğru düzgün güzellikler yapamayan bu kadın yine başkalarının hayatlarını güzelleştirmek, onları silkelemek için bir şeyler bırakıp göçmüştü.
Yarım yamalak…