“Yarım deyince aklıma sadece yarım kokoreç geliyor” dedi…
Hiç gam keder görmemiş gibi bir de kahkaha attı.
Oysa ki ben biliyordum, daha toyken kurduğu hayallerin güvendiği inandığı şeylerin bir gece de yok olduğunu…
Acısını benzettiği yarım kokoreçin ekmeği boğazında düğüm olmuştu yutamamıştı uzun yıllarmış gibi yapmıştı, gülmüştü, ötelemişti, tekrar tekrar denemişti…
Sular durulduğunda daha başka bakmayı öğrenmişti değişmişti de biraz, kendine baki kalan inancı, merhameti, sıcak kanı onları hiçbir koşulda bırakmamıştı bırakmayacaktı da. Merhamet konusunda ki bonkörlüğü başına defalarca çorap örse de uslanmayan bir çocuk gibi devam etti dizleri kanadı kalbi acıdı ruhu yoruldu ama o iyi biri olmaktan hiç vazgeçmedi…
Gülüşü maskesi oldu maskesizliği öğrenmeye de ihtiyaç duyacağını hiç hesaba katmadan herkese güldü enerji saçtı dolayısıyla hep sevilen oldu.
Bigün bi’şey oldu duvara tosladı yorulduğunu anladı hem de en sevdiği şey olan insanlar ve kalabalıklar yormuştu onu, bunu fark ettiğinde kendini sorgulamaya başladı böyle bir son beklemiyordu…
İnsanlara koşulsuz şartsız güvenmemeyi öğrenmiş hale gelmiş olması onun için bir devrimdi ama yapması gereken bir şey daha vardı oda zırhlarından kurtulmak…
Hayatın içinde ki dramı, acıyı gülerek yok sayarak öteleyemeyeceğini de öğrenmeliydi… Ağlamak için geceyi beklememek gibi.
İnsanlara camdan duvar örmeyi öğrenmek zorunda kalması onu zaten yeterince acıtmıştı bir de acılardan mı kaçmayacaktı, bu kadarı hiç adil değildi hassas ruhu için…
İnsanın tam olarak kendini bulmasının yolu eksiklerini, hassas yanlarını, beceremediklerini, hatalarını, acılarını, gözyaşlarını, travmalarını, aciz hissettiği anlarını önce kendine sonra yakın çevresine itiraf edebilmesiydi ancak bu şekilde hafifleyip yükünü tam manasıyla atabilirdi.
Orta yaşlara varmadan ayılmak, kendini bulmak kalan ömür için kolay olmayabilirdi, anlamak bazen ağırdı ve kaçarak pişmek diye bir şey yoktu, derine gömdüğü ona şiirler yazdıran o duyguları yeniden çıkartmasının tam vaktiydi…