Kalabalık bir arkadaş grubu toplanmış keyif yapıp rahatça sohbet edebilecekleri bir mekân bulmuşlardı.
İçlerinden biri oturdukları gibi dert anlatmaya başlamıştı belli ki fazla dolmuş anlatıp rahatlamak belki ağlamak belki kahkahalarla gülmek ve sadece rahatlamak istiyordu hatta sorgusuz sualsiz ön yargısız onu dinlesinler istiyordu.
Fakat bu pek mümkün olmadı…
Karşı taraftan biri “ah oda bir şey mi” diye lafı tıktı ağzına.
Başka yoldan anlatmayı denedi bu sefer diğeri “sen bir de benim yaşadıklarımı bilsen” diye yine dağıttı tüm anlatma hevesini…
Sonrasında konuşma ortamı kıyaslamaya geçti herkes birbirine kendi hayatının en zoru olduğunu ispatlamak için büyük bir yarışa girmişti… Grupta her gün dertleri tokatlayıp savuşturan mı istersin, mecnuna dönüp melankoliden çıkamayan mı istersin, tütsü yakınca hayatını şıp diye düzene sokan mı, evrene pozitifleri fırlatınca harika hisseden mi, zorlukları en çok kendi yaşayan en çok kendi aşan mı, her şeyi görmüş daha görecek bir şeyi kalmamış olan mı….
Ne istersen vardı ama dinlemeyi öğrenen yoktu, bir hayli yaş almış insanlar her şey olmuş ya da olduklarını sanmış fakat dinlemeyi
öğrenememişlerdi.
“Sahi insan karşı tarafı önyargısız kendi ile kıyas yapmadan niye dinleyemiyordu?
Her şeyde birinci üstün olmak saçmalığına nasıl son verecekti bu beşerler?
Pişmek niye bu kadar zordu “
Kalabalık grup büyük bir gürültü içinde hararetle dertlerini yarıştırırken bunları geçirdi aklından ve sessizliğe büründü sonra içlerinden biri ona döndü “e sen bir şey anlatmadın her şey yolunda herhalde” dedi.
Sadece tebessüm etti ve tok bir sesle İYİYİM dedi.
Uzun uzun cümleler kurması gerekiyordu dinlemeyi bilmeyen arkadaşlarına kendini dinletebilmek için susturabilmek için çok efor sarf etmesi gerekiyordu üstelik tam olarak anlayacaklar mı emin bile değildi o yüzden sadece iyiyim diyerek susmuştu.
O gün oradan ayrılıp evine dönerken şunu çok net anlamıştı, kimsenin kimsesi yoktu.