Okuyacağınız hikaye gerçek hayattan alınmıştır. İsim hakları gizli tutulacaktır.
Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar büyük şehirlerden birinde doğan bir kız çocuğu varmış. Her çocuk gibi o da sıcak aile ortamında sevgi ile yoğrulmayı hak ediyormuş fakat dünya her çocuk için adil değilmiş.
İki kardeşlermiş, babalarının küçük yaşta geçirdiği menenjit sebebiyle akli dengesi tam yerinde değilmiş, herkes tarafından kolayca kandırılan, yönlendirilen biriymiş. Bu sebepten evlerine defalarca haciz gelmiş. Anneleri ise ağır çocukluk travmaları olan psikolojik olarak sağlıklı olmayan biriymiş. Annesi ile babası boşandıklarında kendisi yedi, kardeşi iki yaşındaymış.
Yedi yaşına geldiğinde yaşamında derin izler bırakacak yol macerası başlamış. Aslında öncesi de karmaşıkmış biraz ama tam anımsayamadığı için aklının erdiği dönemdeki tüm ayrıntılar hafızasına işlenmiş. Anne boşanma sonrası kendi annesinin yanına yerleşmiş. İki kardeş anne ve anneanne birlikte yaşamaya başlamışlar. Küçük kız ilkokul çağında olduğu için o yıl okula başlamış. Evlerine yirmi dakika uzaklıktaki okula küçücük yaşına rağmen kendi kendine gidermiş ve hep elinden annesinin tutup götürdüğünü hayal edermiş; fakat hayali hiç gerçek olmamış. Okula gitmek için hep kendi uyanmış, üstünü hep kendi yapmış, önlüğünü giymiş. Çünkü annesi uykusundan uyandırılırsa çok sinirleniyormuş.
Anneannesinin evi müstakilmiş fakat tuvaleti bahçedeymiş. Tuvalete giden yolda merdiven altında kömürlük varmış. Evlerinin hemen arkasında da et fabrikası varmış. Bu sebepten evden de tuvaletten de fareler hiç eksik olmazmış. Küçük kızın gece gelen tuvaleti hep kâbusu olurmuş. Çünkü tuvaletin yolu karanlık, fareliymiş hatta tuvaletin deliği bile. Fakat annesini uyandırma seçeneği hiç sunulmamış ona kazara altına kaçırsa ya da annesini uyandırırsa dayak yiyeceğini biliyormuş, korka korka maraton koşusu gidip gelirmiş tuvalete.
Çocukluk korkusu mudur, yaşadığı stresten midir bilinmez; bir gece üst katta pencerenin dibindeki divanda yatarken bir adamın elinin bacağına dokunduğunu görmüş basmış çığlığı. Tüm mahalle ve annesi sokağa çıkmış adamı aramışlar. Mesafeyi ölçmüşler biçmişler bulunduğu kattan birinin bacağını ellemesi için altı yedi metre kadar bir kol boyu olması lazımmış. O an anlamışlar ki çocuk efsunlu bir şey yaşamış. Üç harfliler mi dersiniz, halüsinasyon mu dersiniz artık ne olarak adlandırırsanız! Küçük kız öyle korkmuş ki, kendini korumak için yastığının altına bıçak koyarak uyumuş bir süre, fakat öyle korku dolu bir gecede bile annesi kızını yanında uyutup sarılmayı hiç düşünmemiş.
Anne; aslında kendi anne babasından göremediği sevgiyi çocuklarına da vermeyi bilememiş. Fasulyeyi iyi doğrayamadığı için eline bıçakla vurup kesen bir annesi, dut ağacına bağlayıp döven bir babası varmış onun da. Göremediği merhameti, sevgiyi onaramadan anne olmuş. Boşandıktan bir süre sonra kariyer sahibi bir adamla büyük ve fırtınalı bir aşk yaşamış. Adamın kadına olan şiddetine küfürlerine rağmen sık ayrılıklar yaşayıp bir türlü kopamamışlar. Küçük kızın içindeki merhamet, annesinin şiddet görmesine hiç razı gelmiyormuş, anne de içten içe onu kollayan bir kızı olduğu için mutlu oluyormuş ama yine de adamdan kopamıyormuş. Küçük kızın çocukluk ve genç kızlık dönemi ikisini ayırma mücadelesi vererek geçmiş büyük mücadeleler vermiş ve başarmış da.
Yılları çırpınarak geçen kız çocuğu büyümüş liseyi bitirmiş ve çalışmaya başlamış. Hayatındaki önceliği hep küçük kardeşi olmuş, maddi manevi hep mutluluğu için çabalayan bir abla olmuş. Her maaşını aldığında kardeşinin istediği şeyleri alır hevesle eve gelirmiş.
Kardeşi “benim annem de babam da, ablam” dermiş herkese. Erkenden büyüyen belki çocuk olmak nedir bilemeyen Anka kuşu edindiği ömürlük dostlarını kendine aile yapmış, nefes alamadıkça onlara sığınmış. Tüm zorlu çocukluk ve genç kızlık dönemi bir mükafat verecekmiş elbette, çok aşık olduğu uzun süreli flört edip evlenmeyi hayal ettiği, her şeyin masal gibi ilerlediği bir sevgilisi olmuş.
Fakat kaderin bir türlü derin nefes aldıramadığı bu genç kadının imtihanına bir de ölüm acısı eklenmiş. Sarılıp yolcu ettiği sevgilisi bir kamyon şoförünün hatasının kurbanı olmuş ve kazada hayatını kaybetmiş. Evlilik hayalleri yerini enkaza bırakmış. Genç kadının neredeyse iki yılı mezarlıkta geçmiş. Diplerde geçen beş yıl ve hayatına asla kimse sokmak istemeyişinin bir gün bir arkadaşının çok fazla ısrarı ile son bulacağını hiç düşünmemiş bile. Umutsuzca gittiği buluşmada umut yeniden yeşermiş, aslında karşında oturan o adam onun dünyadaki en büyük şansı olacakmış. Beş yıllık süreçte kabristan ziyaretleri zamanla azalmış fakat arife günleri mutlaka gidiyormuş. Bir gün en büyük şansı olan adamla yani şu anki eşiyle program yaparlarken arife gününü atlamış genç kadın, fakat adam hatırlatmış; “önce kabristana ziyarete gidelim oradan geçeriz gideceğimiz yere” demiş. Kadın bu davranıştan öyle etkilenmiş ki o an her şey daha da netleşmiş kafasında. Kısa bir flört dönemi sonrası evlenmişler. Tanıdıkça saygısı da sevgisi de çok artmış kadının kocasına. Tam hayal ettiği gibi bir hayat arkadaşı, sevgilisi, her şeyi olmuş kocası. Bir müddet sonra güzel evliliklerinde çocuk da olsun istemişler; fakat iki yıl hiçbir sorun olmamasına rağmen çocukları olmamış. Kadın anne olmayı o kadar istiyormuş ki bu uğurda çok gözyaşı dökmüş, tam tüp bebek kararı vermişler ki doğal yoldan hamile kaldığını öğrenmiş. Umutsuzluk gözyaşları yerini sevinç gözyaşlarına bırakmış. Bu güzel ailenin iki çocukları olmuş. Kadın yaşadığı tüm çocukluk travmalarına rağmen annesinin tam zıttı, sevgi ve merhamet dolu bir anne olmuş. Belki de böyle olmayı seçmiş. Hatta ruhu öyle sevgi doluymuş ki dünyadaki tüm çocukları sarıp sarmalamak istiyormuş. Hayallerinde hep koruyucu aile olmak kalbinde bir evlat daha büyütmek varmış.
Biyolojik çocuklarının biraz büyümelerini bekleyip, çocuk esirgeme kurumuna başvuruda bulunmuşlar. Başvurudan sonra yaklaşık bir buçuk yıl heyecanla beklemişler ve sonunda koruyucu aile olabilmeleri için tüm şartların uygun olduğu ve kuruma gelmeleri istenmiş. Gittiklerin de sosyal hizmet uzmanı çocuğun dosyası hakkında kısmi bilgiler vermiş. Altı kardeş oldukları, annelerinden yoğun fiziksel şiddet gördükleri ihbar üzerine devlet korunması altına alındıklarını açıklamış. 5 aylıkken fiziksel şiddet görmüş koruma altına alınmış ve hiç ziyaretine gelinmemiş bir erkek çocuğu… Diğer dört kardeşi de yuvadalarmış. Sadece büyük kardeşlerini babaanne almış bakmak için. Bebekliğinden itibaren yuvada olduğu için uyaran eksikliği, iki buçuk yaşına gelmiş ancak tuvalet eğitimi olmadığı da verilen bilgiler arasındaymış. Kadın sevgi ile her şeyi aşacağına o kadar inanıyormuş ki anlatılan şeylerde en ufak bir tereddüt yaşamamış. “Biz hepsini aşabiliriz, tanışmak için hazırız,” demiş.
İlk karşılaşma, odaya gelecek çocuğa doğru yaklaşımın heyecanı, telaşı, duygu yoğunluğu derken kapı açılmış ve bakıcısı ile birlikte küçük erkek çocuğu içeri girmiş. Aileyi gördüğü gibi bakıcısına doğru emekleyerek kucağına kaçmış. Fazlasıyla ürkekmiş. Kadın kuruma gelirken yanında balon ve hediyeler getirmiş, ilgisini çekeceğini düşünmüş. Çocuk sakinleşince yanına gidip göz hizasına doğru yavaşça eğilip oyuncakları ve balonları göstermiş. Tam tahmin ettiği gibi ilgisini çekmiş, elini uzatmış fakat el kasları o kadar güçsüzmüş ki tam olarak becerememiş oyuncakları alamamış. Aynı şekilde ayak kasları da çok güçsüzmüş. Bol bol açık havada koşmaya, yürümeye kaslarını güçlendirmeye o kadar ihtiyacı varmış ki…
Kadın ve çocuk bahçede biraz vakit geçirmişler. Kaydıraktan kaymışlar. Tıpkı diğer iki çocuğunu ilk görüşü gibi görür görmez sevgi dolmuş kadının kalbi. Sarılmış, sarılmış, sımsıkı sarılmış çocuğa. İki buçuk yaşındaki bir çocuk, sevgi ve güvenden başka ne ister ki zaten, o da yakınlaşmış hızlıca kadına.
Bahçede güzel vakit geçirdikten sonra tekrar sosyal hizmet uzmanının odasına geçip, koruyucu aile olmak için sözlü olarak onay vermişler. Ürkek kuşun ellerini tutacak olan bir anne ve babası, evde onu heyecanla bekleyen bir ablası, abisi varmış artık. Fakat prosedür gereği o gün birlikte eve dönememişler. Ertesi gün anne, baba, abi, abla ve minik kuş tekrar kurumda bir araya gelmişler. Birkaç saat vakit geçirip kaynaşma gözlemleri yapılmış kurum tarafından ve aile dört kişi olarak tekrar evlerine geri dönmüş. Geçici izin kağıdı ile on beş gün evlerin de uyum sürecine bakılacağı bilgisini de alarak, oğullarının eve geleceği günü heyecanla beklemeye başlamışlar. Gelmesine bir gün kala tüm evi balonlarla, hoş geldin oğlum yazılarıyla süslemişler. Minicik kalbi süsleri, balonları görünce pır pır çarpmış çok şaşırmış fakat evdeki ilk günü robot gibi geçmiş. Her komuta itirazsız uymuş. “Hadi altını açalım” dendiğinde direkt yere yatıp ayaklarını havaya kaldıran, “hadi uyuyalım” dendiğinde direkt yatağa girip gözlerini kapatan iki buçuk yaşında bir çocuk… Anne çok ama çok üzülmüş bu itirazsız haline. İkinci gün öğle uykusuna direnince çok mutlu olmuş anne. Üçüncü gün öğle uykusundan uyandığında etrafa bakınıp ağlamaya başlamış yere oturup sallanmaya, yerde ki halıları kaldırmaya çalışmış ve hıçkırarak beş dakika kadar ağlamış. Anne teselli etmeye çalışsa da çocuk odadan odaya geçip öfke nöbeti geçirmeye devam etmiş. Anne evde üzerine düşebilecek her şeyi hızlıca toplayıp sakinleşene kadar beklemiş. Minik çocuk sakinleşince sımsıkı sarılmış annesine, annesi de ona “geçti annecim, geçti. Hepsi geçti çöpe attık her şeyi” deyip uzunca bir müddet kucağında tutmuş. Belki de eve gelişinin üçüncü gününde ağlamayı hatırlamış. Çünkü yuvadaki çocuklar ağlamayı unutabiliyorlarmış, bu minik kuzucuk da unuttuğu için, bir şey olduğunda ağlamak yerine boynunu sağa büküyormuş sadece. Eve geldiği ilk günlerde uyku için yatağa gittiğinde başını hızlı hızlı sağa sola sallayıp “ee eee” diyerek kendi kendini uyutmaya çalışması da anneyi derinden üzmüş.
On beş gün geçtikten sonra eve gelen sosyal hizmetler uzmanı tüm aile fertleriyle tek tek konuşup uyum sağlandığına onay verip imzaları atmış. Minik erkek çocuğu artık kalıcı olarak sıcak yuvasındaymış. Bu süreçte strese girdiğinde kafasını hızla yere vurması ailenin belki de en çaresiz hissettiği şeylerden biri olmuş. Psikiyatrist desteğiyle bu da baya azalmış artık. İlk bir ay anne ve yavru koala gibi yaşamışlar. Asla inmemiş kucağından, sırtından. Hatta annesini kendi göğsüne yatırıp kafasından öpüyormuş hep. Yemek yerken önünden alacaklar gibi boğulurcasına bir hızda yiyor, meyvesini veya belirlediği bir oyuncağını nereye gitse götürüyor ya da kucağında sımsıkı tutuyormuş. Aile yemek konusunda sürekli telkinler vermiş. Kimsenin yemeğini almayacağını, doymadığında tekrar tabağına tekrar yemek konacağını defalarca anlatmışlar ve yemek sorunu bir ay içinde çözülmüş. Evdeki diğer kardeşleri onunla oynamak için yaklaştığında kaçıyor hatta bazen vuruyormuş ama bunu da sevgi ve güven aşılayarak ürkütmeden aşmışlar. Artık kardeşleriyle oynamayı, öpmeyi, sarılmayı, ablasının ona okuduğu masal kitapları ile uykuya dalmayı çok seviyormuş.
Annenin unutamadığı anlar arasında, koklaması için çiçek uzattığında çocuğun ağzını açması, tırnaklarını keserken her bir tırnağını kestikten sonra ayağa kalkıp annenin başını öpüp geri oturması, varmış. Travmaları ve korkuları yaşından çok daha fazlaymış belli ki… İki buçuk yılda bir hayli izleri olmuş. Köpeklerden, köpek havlamasından ve pelüş oyuncaklardan dahi korkuyormuş. Ailesi ona izlerini unutturmakta kararlı olduğu için ne kadar zor olsa da asla pes etmemiş, vazgeçmemişler. Üç ay gibi bir sürede bambaşka bir çocuk çıkmış ortaya. Kendine güvenen, pelüş oyuncakları kucaklayan, gözlerinin içi gülen neşeli bir çocuk olmuş. Akşam zil çaldığında babası geldi diye sevinçten çıldıran, kapıda heyecanla bekleyen bir çocuk olmuş. Yeniden doğmuş yeni evinde. Fırında pişen anne kurabiyeleri kokusu, şefkat dolu baba kucağı güveni, muadili olmayan kardeş sevgisi ile sarıp sarmalanmış bir çocuk. Kalbi onarılınca ne ayak kasları ne el kasları güçsüz kalmış, hepsini aşmış minicik bedeniyle. Parklarda özgürce koşan, çamurlara basan, dans etmeyi seven, korkmayan, su dolu kovayı yerinden kaldıran güçlü bir çocuk oluvermiş.
Sevgi her şeyi nasıl da çözmüş. Nasıl bir delikanlı olacak, ne meslek seçecek, kaç tane aşkı olacak, kaç kadını anneciğini yatırdığı gibi göğsüne yatırıp şefkat verecek, hangi hayallerin peşinden gidecek, incinmenin ne olduğunu çok iyi bildiği için incitmekten kaçacak, fobilerin yerini alan hobileri neler olacak kim bilir… Artık her şey ve hepsi mümkün, çünkü hamuruna işlenen sevgi ve güven onu bambaşka biri yapacak. Çünkü yeryüzündeki meleklerden birileri ona dokundu, yaralarını sardı ve iyileştiriyor.
Hikâyenin en başındaki küçük kız çocuğu defalarca küllerinden doğmuş, çok yollardan geçmiş, çok kez sınanmış sonra vakti gelince kendi gibi yaralı bir erkek çocuğuna dokunmuş. Hem çocuğun yaralarını sarmış hem de o çocukla birlikte kendi yaralarını onarmış. İki çocuğunu karnın da üçüncü çocuğunu kalbinde büyütmüş, üçünü birbirinden asla ayırt etmemiş.
İçindeki gücü keşfedebilmiş, öldürmeyen güçlendirmiş ve sevginin gücüne inanmaktan hiç vazgeçmemiş. Bu güzel kadına kalpten sarılıyorum.