Tüm dünya ona karşıymış hissini bir türlü üzerinden atamıyordu, sıkılgan ruh hali, önyargıları, içine kapanıklığı, konuşkan insanlara özenip hiç onlar gibi olamayacak olduğunu bilmesi iyice sıkıştırıyordu ruhunu…
Yalnız olmayı hiç sevmiyordu ama yollarını hep yalnızlığa çıkaran hamleler yapıyordu.
Duygularını açığa vurursa canı yanacak gibi hissediyor kaçak dövüşmeyi tercih ediyordu.
Ne zaman cesaret edecekti canını acıtacak yollara girmeye, dikenlerin arasında sıyrıla sıyrıla yürümeye kendi de bilmiyordu.
Önce kör kütük bir aşk yaşamayı o aşk ile savrulmayı platonik aşklar ile kaçak duygular yaşamamayı öğrenmesi gerekiyordu.
Vites boşta yaşadığı hayatın da bir anda karşısına çıkan o kişi belki de tüm sorularının, sorunlarının cevabı dönüm noktası olacaktı…
Ezber bozduran bir şeylere ihtiyacı olduğu kesindi, bu ihtiyacı o kadar derinden hissediyordu ki sonun da rezonans kanunu işlemiş ve o kişi hayatına girmişti.
Fakat kendince edindiği güç kalkanlarını elbette anında devreye sokmuş bahaneler üretip uzaklaşmıştı ama bu sefer kolay olmayacaktı aşka kendini teslim etmekten başka seçeneği yoktu.
Fazla uzaklaşamadan yakınlaştı ve ilk kez kendini savunmasız, özgür, tedbirsiz hissediyordu.
Endişe ile mutluluk arası duygular kendini o kadar iyi hissettiriyordu ki böyle olmayı çok sevmişti.
Sevdiği her şeyi anlatmak paylaşmak istiyor büyü bozulacak diye ödü kopuyordu.
En sevdiği mantar, birlikte yedikleri ilk yemeğin mönüsü olmuştu…
Öyle güzel duygular içindeydi ki daha önce neredeydi niye karşısına çıkmamıştı ne kadar boşa zaman kaybetmişti… Aşkın tüm sarhoş eden hislerini en derinlerinde yaşıyordu, mantığını pek kullanmadığı günler aylar geçiriyordu.
Şehirden uzak bir kasabaya yerleşme isteği doğdu içine, hayatının aşkı buna ne derdi bilmiyordu ama o kararlıydı.
Geçinmeleri için bulduğu yol ile bu teklifi yaparsa kabul görme ihtimali daha yüksekti.
-Sevgilim, uzak bir kasaba da yaşasak deniz, doğa, biz, sen, ben özgürlük…
Geçinmenin yolunu da buldum en sevdiğim mantarları üreteceğiz senin ile birlikte, senin ile kuracağız her şeyi emek emek, biliyor musun mantar hasatı kısa sürelidir ve hızlıca geri dönüş sağlayabilir…
Bunca açıklamaya bile gerek yoktu hayatının aşkı zaten dünyanın öteki ucuna da gelirdi onunla.
Rüya gibi bir yere yerleştiler ve hayallerini gerçekleştirmeye başladılar aylar için de işleri hızlı şekilde ilerlemiş her şey yolunda gidiyordu…
Yaşadıkları yerde çok sık seyahatler yapıyor, doğa ile iç içe olmanın keyfini çıkarıyorlardı. Geceleri şömine başında içtikleri şarap ritüelleri, birbirlerinin gözlerinin için de kaybolmaları her şey gerçek olamayacak kadar kusursuzdu…
Bir gün o ıssız ve özgür yanı ağır basmıştı, kendi ile o kadar çelişmişti ki bu kadar güzel duygular yaşarken çekip gitme hissi nereden çıkmıştı?
Günlerce haftalarca bu hissin geçeceğine inandırdı kendini ama geçmedi.
Aşk ı koşulsuz yaşamış ama tüketmişti istikrar ona hep çok uzak olmuştu zaten.
Normal şartlarda kimsenin kolay kolay bozmayacağı bu ilişkiyi o bitirmiş hem de geri dönüşü olmaksızın kesip atmıştı.
Kalbinin acıdığını hissediyor ama özgür olmak hissi daha ağır basıyordu.
Ardında bıraktığı hayatının aşkı hiç beklemediği şekilde gelen bu son karşısında şaşkındı ama emek verdiği düzeninden vazgeçmek istememişti ben tek başıma da devam edebilirim diyerek başlangıçta sevgilisi ile kurdukları mantar işine devam etti.
Uzun yıllar sadece sattı ama hiç yiyemedi…
Bir gün bir restorana gidip kendine sadece “yarım” porsiyon mantar sote söyledi, gözleri dolarak boğazı düğümlenerek yemeye çalıştı sonra evine dönüp şömine başında şarabını içerken, radyoda çalan parçanın sözlerine takıldı kulağı
Kâğıt evler içinde
Ateş yakmak gibi ısınmak için
Sana gelmek böyle işte
Parçalanmak milyon kere
O iğne sessizliği
Bir terzi ağzındaki
Sensiz olmak böyle işte
Niye böyle, niye?
Ah olmuyor
Ne yapsam olamıyor
Hep buzlu yolların
Yürünmüyor, yürünmüyor
Ve sen en yanlış kadın
Sende kalmak bile bile
Yüzünü çizmek gibi su üstüne
Adını anmak gizlice
Kâğıt evler içinde
Yanmış her şey düşler bile
Peki sen en yanlış kadın
Nasıl en çok sen acıttın?